Grande Terim
Onu 1985 yılının Ocak ayında İnönü Stadında yapılan, Galatasaray – Altay maçında görmüştüm. Takım kaptanıydı, beş numaralı formayı taşıyordu sırtında. Başı dik, omuzları kalkık, göğsü gövdesinden bir adım önde yürüyor gibiydi. Maç öncesi yapılan seremonide, takımı bir komutan edasıyla hizaya soktuktan sonra takımın başındaki yerini almıştı.
Maç boyunca, takım arkadaşlarına sözlü olarak veya işaret yoluyla talimatlar verdiği gözden kaçmıyordu. Bir orkestra şefi gibi yönetiyordu takımı. Kaptanlığın hakkını veriyordu. Aslen Adanalı olan futbolcu, Adana Demirspor’dan gelmişti Galatasaray’a.
Futbolcuyken en zor pozisyonlarda bile çizgiden çıkardığı toplar sebebiyle Ona, Samantha “Tatlı Cadı” diyorlardı.
Aktif futbol hayatını Ağustos 1985 yılında noktalayan futbolcu, Ankaragücü’nde teknik direktörlüğe başladı. Daha sonra Göztepe ve Milli takımı çalıştırdı. Milli takımda elde ettiği başarı, onu önce Galatasaray’a sonra Fiorentina ve Milan’a kadar götürdü. Hoca İtalya’da Grande Terim olarak anılıyor. Komutan manasına gelen, İtalyan Devletinin verdiği Commendatore nişanı sahibidir.
Galatasaray formasıyla yaşayamadığı şampiyonlukları, takımın hocasıyken yaşadı. Galatasaray’daki kariyeri boyunca külübe sekiz lig şampiyonluğu, üç Türkiye Kupası, beş Süper Kupa ve bir UEFA Kupası kazandırdı. Elde ettiği bu kazanımlarla, Türk Futbol Tarihinin en başarılı teknik adamı unvanına sahip oldu.
UEFA Şampiyonluğundan sonra, İmparator olarak anılmaya başladı.
Gazete arşivlerini incelediğinizde, agresif yapısı sebebiyle adli boyutlara varan çıkışlarını da görebiliyorsunuz. Ünlü bir sanatçı için gazino basmasından tutun da, futbolcusu olduğu kulübün yönetim kurulu üyesini dövmeye kadar onlarca dosya var hakkında. Teknik direktörlüğü döneminde hakemlerle ettiği kavgalar sonucu defalarca tribünlere gönderildi. Hak mahrumiyeti ve disiplin cezaları aldı. Kendisini eleştiren gazeteciye ettiği sıra dışı küfürler sebebiyle, para cezasına çevrilen mahkûmiyeti bulunuyor. Tüm bunlar onun asla yenilgiyi kabul etmeyen kişiliğinin taşkınlıklarıydı belki. Ancak aynı kişilik yapısı başarılarının da en önemli bir sebebiydi.
Kazanmayı ilke edinmiş kişiliği, Onu Galatasaray’ın vazgeçilmezi haline getirmişti. Dört dönem takımın başında teknik direktör olarak görev yaptı. Dördüncü dönem kulüp yönetimiyle yaşanan derin anlaşmazlıklar sonucunda, geçen hafta kapandı. Hoca Galatasaray’daki görevinden, daha önce de üç kez ayrılmıştı. Ama ayrılmaların hiçbirisi bu kadar sorunlu olmamıştı. İş başına gelmelerinde Hoca’nın katkıları bulunan yönetim, Hoca’ya açıkça bitirelim diyemediler. Yardımcı hoca bulalım, yönetimde görev verelim diyerek, pasifize etmeye çalıştılar. Oysa kulüpte Fatih Terim’in her zaman, kulüp yönetiminden daha saygın bir yeri vardı. İplerin koptuğu son toplantıda konuşulanlar, basına net bir şekilde yansımış değil. Ama Hoca’nın yönetimle helalleşerek ayrılmadığı kesin. Gelinen noktada Galatasaray Yönetimi amacına ulaşmış, kazanmış gibi görünüyor. Ancak Fatih Hoca’nın asla yenilgiyi kabul etmeyen kişiliği, Galatasaray Kulübünde taşların yerinden oynamasına sebep olacaktır. Takımın başından uzaklaştırayım derken, kulübün başına gelmesine yol açmış olabilirler.
OLMASI GEREKEN DE BU..ARTIK BAŞKAN OLMALI YAŞI 70..