Eksik Olan Şükür
Adam karısına “Sana her şeyin otomatiğini aldım. Bir düğmeye basıyorsun çamaşırlar, bulaşıklar yıkanıyor. Düğmesine dokununca robot evi süpürüp temizliyor, koltukları halıları yıkıyor. Bundan sonra bana bir daha yorgunluk hikayeleri anlatma.” demiş. Kadın ” O kadar kolay mı bas çalıştır, bas durdur. Parmak mı dayanır buna, haliyle yoruluyor insan.” diye cevap vermiş. Tabii ki bu bir fıkra fakat gerçekten her şey otomatiğe bağlandıkça, insanlar daha çabuk yorulmaya başladı.
Tembelliğe alıştık belki, bir çoğumuz bedeniyle çalışmak istemiyor. Sanayide, tarımda makinalaşma derken tüm işler otomatiğe bağlandı. Geçenlerde eve girecekken arabanın otomatik anahtarı ile evin kapısını açmaya çalıştım, tabi ki bilinçli olarak değil. Bilinçaltım evin kapısının da araba kapısı gibi otomatik olarak açılıp kapanmasını istiyor olmalı. Anahtarı sokup çevirmek zahmetli geliyor galiba.
Eski yıllarda televizyon birkaç kanal üzerinden yayın yapardı. Kanal değiştirmek o yıllarda bazıları için zulüm gibiydi. Uzaktan kumanda diye bir şey yok. Oturduğun yerden kalkıp gideceksin, kanalı elinle değiştireceksin. Hayli zahmetli bir iş. Yüzlerce televizyon kanalının olduğu günümüzde, kumandanın olmadığını düşünemiyorum. Hepimiz teknolojinin sunduğu kolaylıklardan az çok yararlanıyoruz. Bankaya gitmeden faturalarımız yatırabiliyor, internet üzerinden bir çok işimizi birkaç dakikada halledebiliyoruz. Kolaylık değil, her biri bir nimet aslında. Cebimizdeki telefonlar dünyayı ayağımıza getiriyor. Banka, mağaza, market hepsi cebimizde.
Bas çıkmak istediğin katın düğmesine, saniyeler sonra daire kapısının önündesin. Ya da bas düğmeye in zemin kata, ne rahatlık değil mi? Yoksa insanları tembelliğe iten bir buluş mu? Ama çok katlı binalarda o kadar merdiveni çıkmak mümkün mü? Asansör olmasa belki de çok katlı binalar olmazdı. Bir iki saat içerisinde ülkenin bir ucundan, bir ucuna götüren uçaklar bir zamanlar masaldı. Hayal ürünü uçan halılar anlatılırdı, şimşek gibi giden atlar. Şimdi gerçekten uçuyoruz, onlarca hatta yüzlerce beygir gücündeki arabalara sahibiz.
Öyle konforlu bir hayat yaşıyoruz ki artık kaloriferlerin yanmasını beklemek zorunda değilsiniz. Uzaktan kumandalı kombiler var. Eve gitmeden önce kombiyi yakabiliyor, oda sıcaklığını ayarlayabiliyorsunuz. İsterseniz eve gidinceye kadar sıcak suyunuz bile hazırlanabiliyor.
Yapılan bir araştırmaya göre; obezitede Avrupa’da ilk sıradayız. Bunun beslenmeyle doğrudan ilgisi olsa da galiba biz bu otomatik hayat işini fazla abartıyoruz. Bizim çocukluğumuzda Jetgiller diye bir çizgi film vardı. Yemek pişiren, sofraya servis açıp toplayan robotlar vardı. Bugünkü mutfak robotları kesip parçalıyor, yoğuruyor veya meyve sebzenin suyunu çıkarıyor. Kim bilir belki bürgün çizgi filmdeki gibi, mutfaktaki tüm işleri yaparlar.
Her şey iyi de insanlığa hizmet ettiği düşülen bu buluşlar, insanları tembelliğe itiyor. Şımartıyor, doyumsuz bir hale getiriyor. Herkes hak etsin veya etmesin her şeyin daha fazlasını istiyor. Geçmişin zenginleri, paşaları ve padişahları böyle bir lüks yaşamadılar. Ancak her şeyin bir bedeli var. Bu kadar hareketsiz yaşamamanın en büyük bedeli yaşadığımız sağlık sorunları. İnsanların manevi yönü de eskisi gibi sağlam değil. Sahip olduğumuz bu kadar nimete rağmen, ne kadar da az şükrediyoruz farkında mısınız?