Her Camia Kendi Teknik Adamını Göreve Getirmeli
Her camia kendi teknik adamını göreve getirmeli, sözü; ilk bakışta vasat, sıradan, basit bir öneri; düz bir mantığın sonucuymuş gibi gözükebilirse de… İşin aslı hiç de öyle değil aslında.
Futbolumuzun, Galatasaray’ın yetiştirdiği en büyük teknik direktör kim? desem… Fatih Terim’den başka cevabı olan var mı aramızda?
Saplantılı, bağnaz, takıntılı fanatiklerin diyeceklerini kale almayız tabii ki. İşte o koskoca Fatih Terim bile, İgor Tudor başarılı olacağı, şampiyonluk ipini göğüsletebileceği konusunda zerre güven veremeyince; sezon ortasında apar topar getirildi Ali Sami Yen’e. Pabucun ne kadar pahalı olduğu anlaşılınca, “Aman, bu treni de kaçırmayalım!” endişesiyle yani!
Son 35 yıl göz önüne alındığında, Trabzonspor’dan yetişmiş, Türk Milli Takımı’nın gelmiş geçmiş en başarılı hocası, o takıma tarihinin tek dünya üçüncülüğünü kazandırmış; bitmiş, yok olmaya yüz tutmuş nice futbolcumuzu, sayısız yıldızımızı Türk futboluna yeniden kazandırmış, armağan etmiş; son şampiyonluğunu 1984’te kazanan Trabzonspor’u o hedefe en çok yaklaştırmış hoca; kim peki?
Elbette Şenol Güneş. Peki, Şenol Hoca, 1996’dan kaç sene sonra geçebildi kendi şehrinin takımının başına tekrar? Belki hatırlamayabilirsiniz. Hemen hatırlatayım isterseniz: tam 8 yıl sonra, 2004’te. Bir de 5 yıllık uzun bir aradan sonra 2009’da.
Trabzonspor’un son 37 yılda gördüğü en büyük, en başarılı antrenör… Bunca zamanda anca 9 yıl çalıştırabildi canı gibi sevdiği takımını. Peki, onun yokluğunda gelenlerden herhangi biri, daha mı başarılı oldu; onun yerinde?
Ne gezer! Vakti olan, Şenol hocanın yokluğunda Trabzonspor’un hangi yılı kaçıncı bitirdiğine bakabilir. Merak edenlere sonucu hemen açıklayayım isterseniz: Haleflerinden hiçbiri, onun başarılarının yanına bile yaklaşamadı. Tabiri caizse, hocanın ardından nal topladılar, nal! Ötesine dilim varmıyor.
Ya günümüzün yükselen yıldızı Sergen hoca? Bugün Beşiktaş’ta el üstünde tutulan Yalçın… Güle isteye, can ata ata mı getirildi Kara Kartalların başına? Öyle sanan, golü yer! Hem de ne gol!
Beşiktaş’ın öz evladı, son 30 yılda Beşiktaş’ın ülkemize kazandırdığı en büyük değer, en büyük adam başlangıçta istemeye – istemeye neredeyse kerhen getirildi Fulya’ya. Çünkü:
- Yerine geldiği Abdullah Avcı, o kadar kısa sürede o kadar başarısız oldu ki… Sergen hocayı getirmeye mahkûm oldu yönetim.
- Yeni yönetim, öyle büyük borçla aldı ki kulübü… Sırf Beşiktaşlı olduğu için, kuruş pazarlık etmeden, Avcı’nın hiç de hak etmediği, etmeyeceği bir paranın yarısı karşılığı prensipte anlaşıp, boş mukaveleye imza atan Sergen hocadan başka alternatif kalmadı ortada.
- Kulüp ileri gelenleri, taraftar, ağırlığı olan çevreler o kadar ağır, o kadar gözle görülür, elle tutulur yoğunlukta, kanlı canlı baskı yaptılar ki… Yönetimin bir kanadı son dakikaya kadar karşı olsa da… Anlaşmak zorunda kaldılar hocayla.
- Hoca, kısacık sürelerde, olmayan bütçelerle, en zor günlerinde başlarına geçtiği Alanyaspor, Malatyaspor gibi kulüplerde; Avrupa kupaları dahil, o kadar başarılı oldu ki… Başka bir ismin kendisine alternatif olamayacağı netlikte başarılar koydu ki ortaya… Futbol kamuoyu, medya karşı koyamadı, tek olumsuz söz edemedi, karşı tavır alamadı bu adam gibi adama.
- Ve en önemlisi, Sergen hocanın Vodafone Arena’da çıkacağı ilk maç öncesi öyle bir bilet kuyruğu oluştu ki stat önünde… Kimse bu coşkuyu, bu büyük umudu görmezden gelemedi. Sonunda tıka basa hınca hınç dolu tribünlerin önünde attırdılar ona imzayı.
Başarı böyle bir şeydir işte. Hak edenin elinden asla zorla alınamaz.
- Aklı başında olan herkes biliyor ki, Sergen hoca, Türk futbolunun önümüzdeki 20 yılda en büyük lideri olmaya, kendi akranları ve rakipleri arasında açık ara en önde durmaktadır.
Ve ne yazık ki, çok üzülerek söylesem de, şundan emin olabilirsiniz: Ne kadar başarılı olursa olsun; 4-5 maçlık bir mağlubiyet serisi, onu bile kapının önüne koyabilir. Yönetim, “Hocamızın arkasındayız,” demeye başladığı gün, onun gidişi yakındır. Birçok kulübümüzden alışık olduğumuz bu manzarayı, dilerim değerli futbol adamımız, tek bir kez bile yaşamaz.
Ve Mustafa Denizli. Türk futbolunun Fatih Terim ve Şenol Güneş’le birlikte en büyük 3 teknik adamından biri olan, başarılarını ancak birkaç yazıyla özetleyebileceğim bu büyük isim… 18 yıl formasını giydiği, oynarken gol kralı da olduğu, lehine yüzlerce gol attığı, en astronomik transfer tekliflerini babasının vasiyeti, ona verdiği söz yüzünden reddeden, namusuyla, şerefiyle formasını terlettiği ilk kulübü, yuvası, yetiştiği, onu futbolumuza Kazandıran Altay’dan… İlk hocalık teklifini ancak geçen hafta alabildi!
35 yıldır Türk futboluna en üst düzeyde hizmet eden, futbol tarihimize adını altın harflerle yazdıran Denizli… 35 yıllık hocalık kariyeri sonrası kulübü Altay’ı yönetenlerin aklına gelebildi! O da, 1.Lig’de Play Off’a kalmak tehlikeye girince!” Yandım Allah! Denizli Yetiş!” diye diye göreve çağrıldı. Takımın başına geçmesi istendi.
Sanırım tüm bu anlatılanlar sonucunda, “her camia kendi teknik adamını göreve getirmeli, “ önerisinin nedeni, değeri daha iyi anlaşılmıştır.
Eğer en büyük hocalarımız onca başarılarına, adlarının bunca büyüklüğüne, kariyerlerinin altın yaldızlarla kaplı sayısız zaferlerine rağmen… Binde birini bile anlatamadığım sıkıntıları, hiç de hak etmedikleri halde yaşamak zorunda bırakılmışlarsa… Varın, gerisini siz hesap edin!
Ben yaptığım hesapta şu sonuca vardım çünkü:
Onlara yaşatılan haksızlıkların çok büyük kısmına hiç de layık olmadıkları gibi… Gece gündüz ayakta alkışlanmak, el üstünde değil, baş üstünde taşınmak analarının ak sütü gibi helalleridir.
Neylersin ki, Anadolu coğrafyası, sövgüye övgüden çok daha alışık. “Yiğidi öldür, hakkını ver!” bu toprakların atasözü olsa da… O ataların çocukları, kendi kahramanlarını kahırdan öldürmekte pek bir mahir! Haa, öldükten sonra, kör gözlüyü badem gözlü yapmakta da üstümüze yok! Onu da söyleyeyim!
Gel gelelim, marifet, hak edeni yaşarken, sağlığında, o da görürken, bilirken onere etmekte…
Kim bilir, belki bir gün onu da öğreniriz!
Ne yazık ki durum böyle