Bir efsanenin ardından!
Spor gündeminin Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş Mesut Özil ve benzeri popüler konu başlıklarıyla hayli yoğun olduğu şu sıralarda, ben daha farklı bir şeyler yazmak istiyorum izninizle.
Öncelikle spor gazeteciliğinin meşakkatli bir iş olduğu gerçeğinin altını çizerek başlamak istiyorum sözlerime. Şimdikinden çok daha zor koşullarda yapıldığı, ancak çok daha organik ilişkilerle anlam kazandığı dönemlerin hazzı ve ustalarımızdan aldığımız feyizle gönül verdik biz bu mesleğe.
Foto muhabirliği yaptığımız dönemde yanımızda fotoğraf banyosu düzeneklerini taşıdığımız, yani mesleğin doğal zorluklarından asla yorulmadık. Aksine, keyif alıp huzur bulduğumuz süreçler yaşadık dolu dolu.
Şimdiki gibi, sosyal medyayı harmanlayarak devşirilen kısır haberler üretmez, oturduğumuz yerden deklanşöre basıp anında tek bir tuşla fotoğraf servisi yapamazdık gazetelerimize.
Cebimizde klavyemiz olmadığı için kalemle not alıp, bulabildiğimiz telefon kabinlerinden gazetelerimizdeki arkadaşlarımıza haber ve yazılarımızı yazdırır, fotoğrafhanenin kapısında, siyah beyaz ya da dialarımızdan iyi kareler çıkması için dua ederdik.
Özetle, saha ve salonların gerçek anlamda tozunu pisini, çamurunu yuta yuta, gecemizi gündüzümüze kattık. Sırası geldi bu uğurda ailemizle bile ters düştük. İşte bu koşullarda sevdalandık biz spor gazeteciliğine. Böyle geliştirdik mesleki serencamımızı.
Ancak, onurla, gururla, mesleğimize olan saygıyla ve çevreden gördüğümüz saygınlıkla. Şimdiki gibi, kendisini hayli yukarılarda konuşlandıran, lakin pek çoğunun geçmişini iyi bildiğim iki elin parmakları kadar insan hariç, bulunduğu yerde fark dahi edilmeyen silik karakterler değildik.
Evet işte bu koşullarla, 1990 yılında kesişti sevgili Altuğ İstanbulluoğlu ile yollarımız.
Spor gazeteciliğinin temel ilkelerini özümsemiş yalamış yutmuş tam bir beyefendiydi. Beyni gözlerinde, içi dışında bir can dost, bir ağabey, sığınılacak bir limandı benim için. Maddenin değil mananın egemen olduğu, acı-tatlı sayısız olayla bezeli 31 yıllık hiç kopmayan birliktelik, geçtiğimiz hafta onu kaybedişimle fiziki anlamda son buldu.
Fiziki anlamda diyorum, çünkü Altuğ İstanbulluoğlu içsel olarak kendisini tanıyan hiç kimse tarafından kolay unutulabilecek bir figür değildir. O spor basınından gelmiş geçmiş en renkli karakterinden biri, tam bir tez konusu ve asla unutulamayacak bir efsanedir.
Aramızdan ayrılışının üzerinden henüz üç beş gün geçmesine karşın hasreti, eminin ki benim gibi birçok sevenini de etkisi altına almıştır. Ona dair yazacak o kadar çok şey var ki, ruh halim de sütunlar da bundan fazlasına izin vermiyor.
Öyle ya da böyle, Türk spor basınından bir Altuğ İstanbulluoğlu geldi ve geçti. Dilerim yolu ışıklarla dolu, melekler yoldaşı, mekanı Cennet olur.
Kalın sağlıcakla…