G-TQCBD7NNX5
Dolar 42,5212
Euro 49,5764
Altın 5.775,84
BİST 10.983,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 17°C
Az Bulutlu
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Cts 19°C
Paz 15°C
Pts 12°C
Sal 12°C

Doğanın Sessiz Çığlığı, Motorsiklet Ve Tehlikeleri!

Doğanın Sessiz Çığlığı, Motorsiklet Ve Tehlikeleri!
03 Ağustos 2025 23:01
A+
A-

Esra Bezci

Ağlayan Doğanın Dilsiz Çığlığı

Sanat bazen bir haykırış olur, bazen de sessiz bir iç çekiş. Ve o sessizliğin en derin hali, Esra Bezci’nin “Ağlayan Doğa” adlı eserinde karşımıza çıkıyor. Renkler burada yalnızca görsel bir şölen değil, bastırılmış duyguların, içe atılmış feryatların izlerini taşıyor.
Tuvale baktığınızda ilk olarak doğa beliriyor gözünüzde: dalları sarkmış ağaçlar, sisle örtülmüş dağlar, kurumuş bir dere yatağı… Ama dikkatle bakanlar bilir ki bu sadece bir manzara değil, aynı zamanda doğanın içten içe döktüğü gözyaşlarıdır. Esra Bezci, “Ağlayan Doğa”da yalnızca çevresel bir kaybı değil, insanın doğayla bağ kuramadığı her anın bir çığlığa dönüştüğünü resmediyor.
Bu eser özellikle son yıllarda yaşadığımız orman yangınlarını da zihnimize getiriyor. Alevlere teslim olan binlerce hektarlık ormanlar, yok olan canlılar ve küle dönen yeşil alanlar… Yalnızca doğa yanmadı, aynı zamanda insanlığın vicdanı da kavruldu. Gözlerimizle gördüğümüz felaketi, kalbimizle anlatmakta yetersiz kaldık. İşte bu noktada sanat devreye girdi; Esra Bezci’nin fırçası, doğanın haykırışını sessizce ama derinden anlatmayı başardı.
Yanan bir ağacın gölgesinde hâlâ yaşam arayan tohumları düşünün… İşte bu eser, tam da o mücadeleyi simgeliyor. Her fırça darbesi, hem doğanın ağlayışı hem de yeniden yeşermek isteyen umudu temsil ediyor. Kızıl tonların içindeki isli siyah, sadece karanlığı değil; küllerden doğabilecek bir direnişi de taşıyor içinde.
Sanatçının fırçası, doğayı bir ana figürü gibi ele alıyor. Fakat bu “Doğa Ana”, alışık olduğumuz güçlü ve koruyucu hâliyle değil; incinmiş, yalnız, gözyaşları toprağa karışmış bir varlık olarak çıkıyor karşımıza. Bu resim, suskun kalan duyguların konuşma biçimi, bir dilsiz çığlık.
Belki de bu yüzden bu eser bize bu kadar dokunuyor. Çünkü doğanın gözyaşlarında kendi bastırılmış duygularımızı da görüyoruz. Tıpkı sanatçının doğaya yansıttığı kırgınlık gibi, biz de kimi zaman içimizde sakladığımız korkularımızı, yorgunluğumuzu dışa vuramayız. Bu yüzden sanat, bizim yerimize konuşur. Renklerle, çizgilerle, boşluklarla…
Sanatın sesi yok ama etkisi var. Ve bazen, bir tuvalin karşısında sessizce durup ağlayan bir doğaya bakarken, kendi iç sesimizi de duymaya başlıyoruz.
Motor

Rüzgârı Yanıma Aldım: Motosikletle Karadeniz’den Gürcistan’a Yolculuk

Bir motosikletin üstünde, İstanbul’un kalabalık sokaklarını ardımda bırakarak başladım yolculuğa. Rotam; Kastamonu’nun serin yaylaları, Sinop’un ucu bucağı görünmeyen maviliği, Samsun’un tarih kokan toprakları, Giresun’un fındık kokulu rüzgârı, Trabzon’un heybetli dağları, Uzungöl’ün yeşil bir tabloyu andıran görüntüsü ve nihayetinde Gürcistan’ın sınırlarıydı.
Motosikletle yola çıkmak; yalnızca bir yerden başka bir yere gitmek değildir. Bu bir özgürlük yolculuğudur. Rüzgârı yanında hissetmek, her virajda doğayla baş başa kalmak, zamanla değil yolla yarışmak demektir. Ancak bu özgürlüğün büyük bir bedeli, büyük bir sorumluluğu vardır: Dikkat.
Arabaya kıyasla bir motosiklet sürücüsünün yolda 2 kat değil, belki 3 kat daha fazla dikkatli olması gerekir. Çünkü bir anlık dalgınlık yalnızca yolculuğunuzu değil, tüm yaşamınızı altüst edebilir. Bir çukur, bir taş parçası, ani fren yapan bir araç ya da kendi iç dünyanıza daldığınız bir saniyelik an… İşte bu küçük anlar, hayatla ölüm arasındaki ince çizgidir.
Yol boyunca birçok noktada durdum. Çadırımı kurdum, doğayı izledim. Sessizlik bazen ürkütücü, bazen iyileştirici bir dosttur. Sabah sisinin yavaşça dağlara sarılışı, ormanların içinde yankılanan kuş sesleri, dağ yollarında aniden karşıma çıkan yabani hayvanlar… Her biri yaşamın farklı bir yüzünü gösterdi bana.
Bu yolculukta yanımda yalnızca bir sırt çantası, bir çadır ve bir fotoğraf makinesi vardı. Her kareye bir anı, her anıya bir duygu sığdırdım. İnsan bazen kendisiyle baş başa kalmalı. Yoldan çok, kendini keşfetmek için yola çıkmalı. İşte motosiklet tam da bu yüzden yalnızların değil, iç yolculuğunu önemseyenlerin aracıdır.
Motosiklet kullanmak; rüzgârla yarışmak, manzaraya en yakından şahitlik etmek demektir. Ama aynı zamanda korumasızsınız. Yağmurda, çamurda, sert rüzgârda o motoru kontrol etmek kolay değildir. Hele ki Karadeniz gibi değişken doğa şartlarında.
Ben bu yazıyı yalnızca yolculuğumu anlatmak için değil, motosiklet kullanmayı düşünenlere bir uyarı bırakmak için de yazıyorum. Kask, dizlik, eldiven gibi ekipmanlar yalnızca aksesuar değil, hayat kurtarıcıdır. Her viraj bir hikâye olabilir ama o hikâyeyi yarım bırakmamak gerekir.
Bu yolculuktan bana kalan; bir hafıza kartına sığdırılmış yüzlerce kare, sırt çantamda taşınan anılar ve içimde büyüyen bir özgürlük duygusu oldu. Ama en çok da şunu öğrendim: Yolda olmak güzeldir ama sağ salim dönmek çok daha güzeldir.
Eğer bir gün rotanızı Karadeniz’e, oradan Gürcistan’a doğru çevirmek isterseniz, unutmayın ki motosikletle yapılan her kilometre yalnızca yolda değil, insanın içinde de iz bırakır.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.