BAŞLIKSIZ YAZI…
Yaradılış itibarıyla kimilerine göre “cins”, kimilerine göre “çeşit”, kimilerine göre “sıradışı”, kimilerine göre “çatlak”, bazılarına göre “az manyak”, Allah’tan “patlak” değil, bir rivayete göre “aklı havada”, bir diğerine göre “serseri”, uzun lafın kısası “normal olmayan” bi adamım… Hatta onca yıllık meslek yaşamım içinde muhatap olduğum “elleri öpülesi” devlet büyüklerimizden birisi beni analiz ederken, “Arap kıçından çıkmış zeytin çekirdeği gibisin” demişti, hiç unutmam…O dönemlerde biraz fazla yanmıştım belki bilemiyorum (bizimkisi amele yanığı yanlış anlaşılmasın), bu nedenle haklılık payı yok değildi aslında ama yıllarca “zeytin çekirdeği” ile kendimi özdeşleştirme konusunda bir sonuca varamamıştım… Ta ki, zeytin çekirdeğinin oldukça “şifalı” bir “halt” olduğunu öğrenene kadar… Hele bir de “Arap kıçından çıkmışsa” ben diyeyim “en baba şifalı bitkiye beş basar”, siz deyin “on basar…” İşte böyle bir adamın yazdığı yazının da başlığı olmaz doğal olarak… Bu başlık konusunu çok uzattık farkındayım, az daha uzatırsak elleri öpülesi Genel Yayın Yönetmenim ve Yazı İşleri Müdürümün bana ayırdığı köşede yer kalmayacak… En iyisi mevzuya direkt dalmak… Şimdi sizlere çok “samimi”, çok “inanarak”, yaşanmışlıkların ışığında, içinde en küçük bir “abartı” olmayan bir “portre” anlatmaya çalışacağım, dilimin döndüğü, kalemimin yettiği kadar… Sabrın, azmin, herşeyden öte “kendine inanmışlığın”, dürüstlüğün, çalışkanlığın “tavan yaptığı” bir portre bu… Kendi memleketinde “sıradan” bir amatör takımda, “sıradan” bir yönetici olarak başlayan yolculuğun sonunda gelinen, “gurur verici” noktanın, “kem gözlere şiş” denilecek koltuğunda oturan bir portre bu… Kendi memleketinde, kendi memleketlisi olan insanlara “rağmen” kararlılığın ve adım adım yükselişin “kahramanı” olan bir portre bu… Kendi memleketinde yükselirken “paçasından çekenlere” rağmen İstanbul’da üniversite bitirip, Ankara’da birbirinden önemli makamların koltuklarına oturmayı “bileğinin hakkıyla” elde etmeyi başaran “kocaman yürekli” bir portre bu… Öyle bir portre ki bu… Adım “İbram” gibi biliyorum, ne çıktığı noktayı “unutur”, ne geldiği noktada“şımarır…” Çalışmak, ama her daim çalışkan olmak, üretmek, insanlara faydalı olmak, “geçmişle yaşamadan” bir tuğla üstüne binbir tuğla koymak O’nun fıtratında vardır… O’nun kitabında “ihanet” kelimesine asla ve asla yer yoktur… Aslına bakarsanız “normal kilolu” ama “kel kafalı”, şık giyinen, oturduğu koltuğu gerek “geçmişiyle” gerek “vizyonuyla” sonuna kadar dolduran, yaptıkları yapacaklarının teminatı olan, her ne kadar benim kadar olmasa da “yakışıklı”, uzun lafın kısası “ADAM GİBİ BİR ADAMDIR” O… Size “bu yazının başlığı yok demiştim” değil mi… Hadi itiraf ediyorum, aslında vardı… Her ne kadar yazının sonu olsada şimdi koyuyurum başlığını…
MEHMET BAYKAN…
Başlığı gördünüz ya…Hadi şimdi tekrar okuyun yazıyı, sindire sindire ama… Yiğidin hakkını yiğide vererek… Hadi…