Selim Kaya Yarışçılığımızın renkli ismi, başarılı jokeyi. Kazanmadığı koşu, kaldırmadığı kupa neredeyse yok. Yarış severin çok sevdiği isimlerden. At aşığı, mesleğinde zirveyi görmüş ve bu sahada güzellikleri de acıları da tatmış. Usta jokey ile TJK’nın Sesi için bir araya geldik.İşte, Selim Kaya ile yaptığımız o sohbet.
Artık sizi hipodromlarımızda at üzerinde çok sık göremiyoruz. Neden?
Özel yarışlarda, özel atlara binmeye çalışıyorum. Ancak, yaz sezonunda at binmeye daha fazla ağırlık veriyorum ve sahada daha çok boy gösteriyorum. Daha çok, Kısa Vadeli ve Grup Koşuları tercih ediyorum. Bazen istisnalar oluyor ve kıramadığım kişilerin atlarına da biniyorum. Normalde Kısa Vadeli ve Grup Yarışlar haricinde, diğer sınıf yarışlarda at binmek istemiyorum. Bunun birçok sebebi var. Bu tip koşularda genç isimlerin, apranti kardeşlerimizin şans bulmasını istiyorum. Ben günde 6 yarış kazansam da, ayda 4 – 5 yarış kazansam da aynı yerde olacağım. Benim geldiğim yer, yaptıklarım ve kazandıklarım ortada. Kariyer anlamında Türkiye’de bunun üzerine koyabileceğim daha ne var? Az ve öz at binmemin başka sebeplerinden birisi de Ömer (Kaya) kardeşimi ve Remazan (Kaya) ağabeyimi kaybettikten sonraki durumum ve bu süreçte yaşadıklarım. Bu da bir etken benim açımdan. Bazen sahadaki sorunlara bile kafayı takıyorum. İyi olsun istiyorum her şey. Kocaeli ve İstanbul’da orta pistte bazı sorunlar vardı. Atını seven, o sorunları bildirir. Ben, Türkiye Jokey Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Yüksel Göktürk Beyefendi’ye bir yarış günü Ankara’daki bu sorunlardan bahsettim. Sağ olsun, o da not aldı, ilgilendi. Pistteki sorunlar düzeldi. Söyleyince, anlatınca çözülebiliyor demek ki problemler. Susmakla, konuşmamakla, ilgilenmemekle, bildirmemekle çözülmez ki sorunlar…
“REMAZAN AĞABEYİMİN KAYBIYLA SORUMLULUĞUM ARTTI”
Sizin gibi jokey olan kardeşiniz Ömer Kaya ve at sahibi ağabeyiniz Remazan Kaya’yı peş peşe kaybetmenin acısını yaşadıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Hep söylediğim gibi, bizler bu camiaya bir bedel ödemişiz. At koşmuşuz, yetiştirmişiz, binmişiz. Ailece yapmışız bunu. Her işin bir bedeli, bir karşılığı vardır. Önemli olan yaptığın işin kalitesidir. İyi işlere imza atmışsan, bu gelecek kuşaklara da aktarılır. Senden sonra gelenler de o iyiyi, daha iyiye götürmek zorundadır. Çok daha önce, Ali ağabeyimi de atın üzerinde kaybetmiştik. Remazan Ağabey, Safkan Arap Atı Yetiştiricileri ve Sahipleri Derneği Başkanı’ydı. Başkan olmasına karşıydım ve kendisine “Başkan olma!” demiştim. Çünkü; üzerinde aile, atlar, çocuklar gibi bir sürü sorumluluk vardı. “Arap atçılığı için bir şeyler yapmam lazım. Eksiklikler var. Benim de güzel planlarım, hedeflerim var!” diyordu.
Gün geldi, dernekle alakalı mahkemelik oldu. Duruşma sırasında da tansiyonu yükseliyor, beyin kanaması geçiriyor ve yoğun bakıma kaldırılıyor. Ardından kendisini kaybettik. İçime doğmuş sanki. Allah’ın dediği olur. Kader bu. Daha öncesinde, kardeşim Ömer Kaya… Handikap Koşu’da attan düştü. Vefat etti. Onun da kaderinde, böyle olması varmış. O gün olmasa, belki de 10 yıl sonra olacaktı. Genç yaştaydı, çok erken gitti. Allah bunları bize gösterdi. Ömer’in ölümü çok ani oldu, Remazan Ağabeyim 4 ay hastanede kaldı, ölüm kalım savaşı verdi, ama kaybetti. İki ölüm arasındaki o süreç, bizlere çok şeyi de gösterdi. Her yaşanan bir ders hayatta. Kupaları kaldırmak, şampiyonluklar yaşayıp sevinmek varsa, bu da varmış hayatta. “Başıma neden geldi?” dememek lazım, isyan etmemek lazım. Hayat denge işiymiş. Bugün ben, yarın o. Hayat böyleymiş. Her şey Allah’tan geliyor, artık her şey bir imtihan diyerek mutlu oluyorum. Yoksa mutlu olma şansım, şansımız yok. O gün, neler çektik, neler yaptık, geldiğimiz yer ortada. Zor günlerdi. Remazan Ağabeyin kaybıyla, bana daha fazla yük ve sorumluluk yüklendi. Ben de inşallah ailem adına gerekeni yapacağım. Ömer kardeşimin de Remazan Ağabeyimin de mekanları cennet olsun. Çok şükür ki arkalarından kimse kötü konuşmadı, konuşamaz. Camiamıza, özellikle rahmetli ağabeyimin çok faydası oldu. Remazan Kaya bir ekoldür, bu camianın da temel taşlarından birisidir. Unutulmayacak bir isimdir. Birçok apranti ve genç jokey arkadaşımız onun için hala dua ederler. Sahada çok kişi de hala onun adını en güzel şekilde anar.
“MYSTICAL STORM’A TEK ŞARTLA BİNDİM VE GAZİ KOŞUSU’NU KAZANDIK”
İlk ve tek Gazi Koşusu zaferini yaşadığınız Mystical Storm’u anlatır mısınız?
Onun hikayesi güzeldir. Mystical Storm’a, Dişi Tay Deneme ve Kısrak Koşuları’nda Erhan Yavuz bindi. Bu iki koşuyu da kazandılar. Selman Taşbek’in “Roman Empire” adlı atının Gazi Koşusu’na Erhan Yavuz ile katılacağı kesinleşince, diğer 6 – 7 teklif ile birlikte Mystical Storm da bana teklif edildi. Gazi Koşusu öncesinde kafamda net bir at yoktu. Kararsızdım yani. Mystical Storm’u çalıştırmak istedim, galobunu yaptım. Attan iner inmez de ilgililerine, “Tek şartım var, atınıza bu büyük yarışta binerim ama kendi istediğim gibi koşarım. “Yoksa, siz bilirsiniz…” dedim. Hemen cevap geldi. “Zaten atın stili belli Selim. Önde giderek iki Grup Yarışı kazandı.” dediler. “Gazi Koşusu’nu önde giderek kazanamam. O zaman hiç şansı yok bu atın. Başka türlü de binmem!” diyerek son noktayı koydum. Mystical Storm’a daha önce KV7 düzeyli bir yarışta binmiş ve kazanmıştım. Atı tanıyordum ve galobunu da çok beğenmiştim. Ama, şart koşmuştum ve öylece Gazi Koşusu için el sıkıştık. Yarışta start kapakları açıldı, biz en arkada bekledik. Allah nasip edecek işte! Kısmet her iş. İnandık, böyle çok daha iyi koşacağını biliyordum. O büyük yarışı kazanmayı başardık. Harika koştu, müthiş bir yarış çıkardı. Daha önce de, Gazi Koşuları’nda kısraklara binmiştim. O gün için, Bella Otero ile çok acele ettim. Bugün olsa, o yarışı kaybetmezdim. Rüzgarın Kızı, Nihalim, Tatvan İncisi hepsi kısrak. İkinci oldum. Celeritas yine kısrak, üçüncü oldum. Demek ki kaybetmeden, kazanılmıyormuş. Ben bunların hepsini yaşadım. Özetle, kısrakları seviyorum.
“BİZLERİ DİNLEYENLER KAZANDI KAZANACAKLAR DA”
Hem Ekrem Kurt, Kazım Yıldız, Mümin Çılgın, Süleyman Akdı, Kadir Altınöz, Tınay Adışen gibi efsane isimlerle hem kendi jenerasyonunuzla, hem de bugünkü jokeylerle at bindiniz. Sizin gözünüzde o günler ile şimdi arasındaki fark nedir?
Kendimle ilgili fark, olgunlaşmam. O günlerden, bugüne hayat ve meslek çok şey öğretti bana. Günümüzde birçok genç arkadaşımız at biniyor. Hipodrom sayısı ve yarış adedi arttı. Teknoloji de çok gelişti. Yattığın yerden yarışları izliyor, tekrar tekrar her anına bakıyorsun. Sırf biz değil, dünyadaki tüm jokeyler izleyebiliyor. Bugünkü jokeylerin imkanları çok iyi. Apranti Okulu’ndaki genç jokey adaylarının başında, “İmparator” lakaplı Süleyman Akdı gibi büyük bir efsane var. Yeni jenerasyon çok farklı gelecek sahaya. Çok farklı bakacak işin ciddiyetine. Bizlere göre çok iyi şartlarda yetişiyor ve at biniyorlar. Biz eski ağabeylerimizden çok şeyler kaptık, kazandık. İyi gözlemledik. Hem meslek hem hayat anlamında. Bizleri de takip edenler, dinleyenler oldu, kazandı. Kazanacaklar da. 90’lı yılların başında Adana’daydım. İzmir’den bir ata binmem için bana teklif geldi. O zamanlar, yolun çok başındaydım. Kağıdımı verdim, beni deklare ettiler. 44 – 45 kilo binecektim. Remazan Ağabeyim küplere bindi. “Gidemezsin, binemezsin, nasıl gideceksin?” diye. Gece kalktım, baktım herkes uyuyordu, ben de otogarın yolunu tuttum. 18 saat yolculuk sonrası İzmir’e vardım. Yarışa zar zor yetiştim. O ata bindim ve 4. oldum. Düşünün, o dönemlere, şartlara, zorluklara bakın. Bugün öyle mi? Ülke içindeki en uzak yerlere, 1 – 2 saatte gidebiliyorsunuz. Bu şartlarda apranti de jokey arkadaşlarımız da daha ileri gitmeli. Bir Ekrem Kurt, bir Süleyman Akdı, bir Halis Karataş benzeri isimler çıkartamıyorsak, düşünmek lazım. Yarış ve para kazanmak ile iyi jokey olunmuyor. İş ahlakı, çalışma azmi, disiplin, disiplin, disiplin. Kazanırken hep çalışacaksın, kaybetmiş gibi hırsla işine dört elle sarılacaksın. Şimdiki bazı gençler biraz erken doyuyor, çok erken “Oldum!” diyor. Erken doyan çocuk, erken bırakır. Aprantilerde hedef nedir? Jokey olabilmek. Jokey oluyor çoğu, sonrası yok. Hedefi orada sınırlarsan biter o hedef. Ben az yarış biniyorum, seçerek at üzerine çıkıyorum hedefim yok sanıyorlar. Öyle bir şey olur mu hiç! Hedefim olmadığı gün, ölürüm ben. Benim hayatım sadece burası, bu saha değil ki… Benim de sorunlarım, problemlerim, bir yaşamım, bir hayatım, yapmam gerekenler var. Hem kendi adıma hem ailem adına hem ülkem adına hem de çevrem adına.
“BENi SAHALARA DÖNDÜRDÜ, AT ÜZERiNDE KALMAMI SAĞLADI”
Unutulmaz isim, bütünleştiğiniz şampiyon safkan Kafkaslı’yı özlüyor musunuz?
Hem de çok! Neden mi çok özlüyorum? Ondan sonra onun gibi bir ata daha binemediğim için. Bu da bana daha çok acı veriyor. Madem Kafkaslı dediniz, onu anlatmadan geçemeyeceğim. Öncelikle beni sahalara tekrar döndüren, at üzerinde olmamı, bugün karşınızda olmamı, kupalar kaldırmamı sağlayan Kafkaslı’dır. Kafkaslı ile öncem ve sonram var. Selim Kaya’nın jokeyliği bitmişti. Kafa olarak da başka sebeplerden dolayı da. Remazan Ağabeyim, o dönemler aldığı atların bir kısmını İzmir’e götürdü. Ben sahada değildim. Mehmet (Kaya) ile konuşuyoruz, ona atları sordum, “Nasıllar yeni taylar, hangisi iyi?” dedim. “Kafkaslı” cevabını verdi ve “Usta at gibi, çok başka!” dedi. Mart’ta atlar İstanbul’a geldi. Ben de atları görmek için İstanbul’a geldim. Mehmet, “Kafkaslı” dedi ya, merak ediyorum. Bir çalıştırmak istedim, üzerine çıktım, sahaya adım attık. Olamaz böyle bir şey, “Ya Rabbim! Ne bu böyle!” dediğimi hatırlıyorum. Onunla ilk tanışmamız böyle oldu. Kafa olarak bırakmıştım mesleği. Ona binebilmek için 50 gün spor yaptım. 52. Gün, 56 kilo ile at üzerindeydim. Kafkaslı; sahada kalmama, tekrar at üzerinde olmama vesile oldu. Çok mükemmel koşular kazandık, iyi işlere imza attık, kupalar kaldırdık, yarış severin yüzünü güldürdük. Kısacası, tarihe geçtik. Bugün buradaysam, onun sayesindedir.
“EĞER FINESSE OLMASAYDI BELKİ DE ÇEKİP GİTMİŞTİM”
Sizde yeri çok ayrı olan iki at daha var. Cankardeşler ve Finesse. Onlar için neler söyleyeceksiniz?
İkisi de kaliteli ve tartışmasız şampiyon safkanlar. Benimle olan hikayelerini anlatayım, bir gün Kocaeli’deyiz. Yılmabaşar ile Cankardeşler’i geçtim. O gün ata, Akın (Sözen) kardeşim biniyordu. Bir gün sonra atın ilgililerinden Muharrem Can aradı. “Bursa’da bir koşu var. Cankardeşler’e biner misin ?” dedi. Atı izliyorum, görmüşüm, binmez miyim hiç. “Olur, binerim” dedim. Yarış günü padoğa geldim, Muzaffer (Can) Amca da orada. “Ne yapacaksın?” diye sordular. “Bekleyeceğim. Bu at, beklemeli. Daha önceki yarışlarındaki gibi tempo yapıp giderse yarış hayatı kısalır, yarışı da kaybeder, bekleyecek” dedim. “Olur mu, yapma, etme!” dediler. “Çıkıp tribüne seyredin yarışı. Bana bırakın, rahat olun. Bu yarışı kaybetseniz de çok şey kazanacaksınız” dedim. “Peki, sen nasıl istersen!” dediler ama kalpleri de küt küt atıyordu. Yüzlerinden belliydi. Dediğim gibi bekledim, kazandık. Ondan sonra da hep bekledik. Birlikte çok yarış kazandık. Cankardeşler, 17 yarışı üst üste birinci bitirdi. 1200’de de kazandı, 2400’de de. Kumda da, sentetikte de, çimde de rakip tanımadı. Nereye kadar? Boğaz problemi yaşayana kadar. O problem de olmasaydı, geçilmez, müthiş bir attı. Bu arada şunu da söylemem gerekiyor, Turbo da müthiş bir attı. Kafkaslı ile onu geçtim ama Turbo da çok başkaydı. Finesse’e gelirsek, Gazi Koşusu’na katılacaktı. Birkaç kez “Binelim!” diye nabız yokladık, haber gönderdik. O zaman, Özcan Yıldırım biniyordu, onunla devam etme kararı aldılar. O gün, bana nasip olmadı. Gazi’de de iyi koşamadı. Safkanın gerçek performansı o değildi. Sonrasında at, el değiştirdi. Ergun Kalabak Ekürisi’ne geçti. Satış gerçekleşmeden Mimar Sinan Koşusu’nda son kez Levent Kitapçı Forması ile sahaya çıkıyordu. “Biner misin?” dediler, ben de kabul ettim. Can kardeşler önde gidiyordu, bekledik. Fakat, Finesse en geriye düşüyordu ama ben aksine, önde gitmesi gerektiğini düşünüyordum. Çünkü; start veriliyor, herkesten bir boy önde çıkıyor. 200 metre sonra da en geriye düşüyordu. O gün çıktık, önde gittik ve birinci geldik. Ardından, el değiştirdikten sonraki ilk yarışı Büyük Taarruz Koşusu oldu. Bu kez, aynı şekilde Gazi galibi Piano Sonata’yı geçtik. Ardından ilerleyen zamanlarda, at yine el değiştirdi ve ailemizin ekürisine geçti. Finesse de olmasaydı, bu sahadan belki de gitmiştim.
“PAN RIVER İLE KAZANDIM, BABAM BENİ İLK KEZ ARADI”
Unutulmaz zaferleriniz var. Sevinç ve üzüntü anlamında 1 numaralara hangi koşularınızı koyarsınız?
Üzüntüden başlayayım. Kafkaslı ile Hatay, Kurtel ile de Cumhuriyet Koşusu’nu kaybettim. O iki at da o yarışları kazanırlardı. İkisi de benim hatam nedeniyle kaybettiler. Yani o yarışları atlar değil, ben kaybettim. En sevindiğim yarış ise tartışmasız Pan River ile Dubai’de kazandığım koşuydu. Babam beni ilk kez o zaman tebrik etti. Ne yarışlar kazandım, sadece o gün aradı ve beni kutladı. Çünkü, milli olay. Çünkü, Türk Bayrağı zirvede. Çünkü, benim için gurur duyulacak bir gün. O yüzden, o yarış bende çok ama çok başka yerde. Yarış öncesinin hikayesi de enteresan. O gün hipodroma geldik, hazırlıklarımı yapacaktım. Önce tartıya çıktım. Yarım kilo fazlam vardı. “Saunaya girer, hallederim.” diyordum. Ama, bizdeki gibi jokey odasında sauna var sanıyordum. O zaman, hipodrom daha yeni yapılmıştı. Henüz sauna yoktu. “Eyvah, eyvah!” diye beynimden aşağı kaynar sular boşaldı. Yarışa kadar yarım kilo vermemin imkanı yoktu. Sahaya çıkıp koşsam olmayacaktı. Zaten üzerimde takım elbise vardı. “Türkiye seni bekliyor Selim!” diye düşünürken, aklıma bir fikir geldi. Bir anda, “Otele git, sıcak suyun altına gir!” dedim. Yarışa daha 1.5 saat vardı. Otel de yakındı, fırladım. 45 dakika vücudumun dayanabileceği şekilde, sıcak suyun altına attım kendimi. Neyse; geldim, tartıya çıktım. Yarışmama engel bir kiloda değildim. Derin bir “Oh!” çektim. Hiç umudumun kalmadığı bir anda, karanlık bir yolda ışık görünmüştü bana. Sonra, Pan River ile zafere koştuk. O, inanılmaz bir yarıştı. Dünyaca ünlü jokeyler Soumillon ve Dettori, biri arkamdan ikinci, diğeri üçüncü oldu. O dönemler, zor ama zaferlerle doluydu.
“YARIŞSEVERLER İYİ Kİ VAR, SEVİLİYORUZ VE SEVİYORUZ”
Bugüne kadar “Keşke ben binseydim” dediğiniz bir at oldu mu?
Şampiyon atlara, iyi atlara her jokey binmek ister. Binmediğim her şampiyona da “Keşke ben binseydim!” derim. Rakiplerime de böyle bakarım. Ne atlar gördüm, kim binmek istemez ki onlara.
Yarış severler ile aranızda müthiş bir bağ var. Bu bağ nasıl oluştu?
Yarış severlerimiz beni benden çok daha iyi tanıyorlar. Onlar, samimiyeti seviyorlar. Hipodroma, hem atları hem de bizleri görmek için geliyorlar. Atlara dokunma şansları yok. Ama bizlere dokunup, konuşma ve resim çektirme şansları var. Mutlaka her yarış severin en çok sevdiği bir jokey vardır. Hangi hipodroma gitsem, yanıma geleni kırmıyorum. Onlarla konuşuyorum, resim çektiriyorum. Benim yüzüm gülünce, çok mutlu oluyorlar. Bunu hissediyorum. Güleryüz pozitif enerji verir. Buraya kadar geliyorlar, ben onları nasıl kırayım ve isteklerini reddedeyim. Bu yüzden seviliyoruz, seviyoruz. İnanın onların samimiyeti olmasa, bazı yerlere hiç gitmem. İyi ki yarış severlerimiz var. Şunu biliyorum ki, beni çok iyi anlıyorlar. Aileler, çoluk çocuk, gençler, eşler, sevgililer hipodromlara gelsinler. Buralar insanlar ile çok daha güzel!